22 Haziran 2017 Perşembe

Aşkın bilimsel kavramı üzerine

Selamlar. Görüşmeyeli epey bir zaman oldu. Aslında başka bir yazı üzerinde çalışıyordum ama şimdilik ona biraz ara verdim. Elbet devam edeceğim. Aynı zamanda, son zamanlarda biraz yoğundum. Şimdi yeniden bir şeyler karalamak iyi geldi. Başlıktan da anlayacağınız üzere biraz aşktan laflayacağız.

Aslında aşk, çok geniş bir kavramdır. Yıllarca üzerine konuşulabilir. Hakkında yazılacaksa, bu bir kaç ciltlik esere tekabül edebilir. Tabi ki bizim amacımız biraz laflamak.

Herkes aşık olmuştur. Hemen hemen her ünlü düşünürün aşkla ilgili bir sözü vardır. İşin duygusal kısmını konuşuruz fakat ben önce bilimsel kısmından biraz söz etmek istiyorum.

Amcam doktordur. Söyleme sebebim, geçenlerde muayenehanesine gidip, kendisini beklediğim sırada, orada duran dergilerden birinin kapağındaki başlık dikkatimi çekti. Şöyle yazıyordu: "Aşkın Bilimsel Gerçeği" Merak edip hemen bakayım dedim. Tıpta, aşkın bilimsel olarak nasıl gerçekleştiği ispatlanmış. Söylediği şu(Elbet ben daha sadeleşmiş haliyle bu bilimsel gerçeği yazıyorum): "Beynimizde dopamin ve noradrenalin adlı iki hormon vardır. Dopamin, heyecan ve bağımlılık hormonudur. Noradrenalin ise obsesyon ve fiziksel aktivite isteğini harekete geçiren hormondur. Bu iki hormon birleştiği zaman, insan beyninde aşk duygusu oluşuyor. Fakat bu iki hormon birleşip, aşk meydana geldiği zaman, beynimizde yer alan bir diğer hormon olan serotonin hormonu azalıyor. Serotonin hormonu ise mutluluk hormonudur. Aşık olduğumuzda serotonin hormonu azaldığından, ihtiyacımız olan mutluluk için, noradrenalin hormonu deveye giriyor ve obsesyon yaparak, sürekli aşık olduğumuz kişiyi düşünmemize sebep oluyor. Fakat noradrenalinin, mutlu olmamız için yarattığı, aşık olduğumuz kişiyi düşünme obsesyonu, serotonin yetersizliğinden bize üzüntü veriyor. Aynı zamanda dopamin hormonu da, aşık olduğumuz kişiyi düşünürken heyecan yaratıyor." Kısacası, bilimsel olarak aşk, mutsuzluk ve heyecandır. Yani iyi bir şey değildir. Bu yüzden, aşkımıza cevap alamamak ya da aşık olduğumuz kişinin bizi bir başkasıyla aldatması, mutsuzluğumuzu çok daha fazla arttırıyor ve tedavi edilmesi gereken bir major depresyon süreci yaşatıyor. Aşkın bilimsel süresi de verilmiş. Aşkın süresinde, çeşitli etkenlerin önemi büyük olmakla beraber, 8 ay ile 3 yıl arasıymış. Bu süreler içerisinde de, duygu yoğunluğu olarak dalgalanmalar gösterirmiş. 


Şimdi bu resmi koymamın bir sebebi var. O da, bilimsel olarak aşk duygusunu, acısıyla ve tatlısıyla, kadının, erkeğe göre daha yoğun yaşıyor olması. Gerçek buymuş. Bunun bilimsel sebebi de: "Erkeklerde testosteron, kadınlarda ise östrojen hormonu vardır. Erkeklerde testosteron hormonu sürekli çalışır haldedir. Testosteron hormonu, erkekte sürekli sperm ürettiği için, heyecanı farklı noktalara çevirmeye yardımcı oluyor. Yani vücutta sürekli aktif halde sperm bulunması, beyindeki libidoyu harekete geçirip, başka kadınlara yönelmeye, onlarda heyecan bulmaya ve eski acı veren heyecanı azaltmaya yardımcı oluyor. Fakat kadınlardaki östrojen hormonu, sürekli hareket halinde bir hormon değil. Her ay belli dönemlerde, yumurtanın döllenmesi gereken süre içerisinde aktif hale geliyor. Aynı zamanda, erkekteki sperm gibi sürekli bir devamlılığı yok. Bu da kadınların, libidosunu yoğun bir şekilde harekete geçirip, yeni bir heyecana yönelmesini zorlaştırıyor. Östrojen hormonunun bir diğer özelliği ise, mutsuz olunan zamanlarda, stresi ve gerginliği arttırması. Bu da kadının, aşk duygusunu ya da aşk acısını, erkeğe göre çok daha yoğun yaşamasına sebep oluyor"

Dünyanın en büyük yazarları, bestekarları, ressamları, düşünürleri... hep erkektir. Şimdi bile internete aşk, aforizma vs. yazın, hep ünlü erkeklerin sözlerine rastlarsınız. Fakat bilimsel olarak, kazın ayağı öyle değil. Bilim bize, gerçek aşkı kadının yaşadığını söylüyor. Gerçek aşk demeyelim de -bu biz erkeklere tamamen haksızlık olur- duygu yoğunluğu daha fazla.

İşin bir de duygusal yanına bakacak olursak, ben aşkı hep "Kişinin kendi için en iyi ihtimali bulması" olarak tanımlamışımdır. Yani aşk vardı. Fakat eski yüzyıllarda. Bence günümüzde, birini görüp, ondan hoşlanıp, bilinçaltımıza "Ben bundan daha iyisini bulamam" mesajını yollayıp, bu aşkımsı duyguyu yaşıyoruz. Bir kadına aşık olduğunuzu düşünüyorsunuz. Hisleriniz bu yönde gibi. Birden karşınıza bir Scarlett Johansson çıkıyor ve sizi etkilemeye çalışıyor. O size göre çok güzel ama size karşı yoğun duyguları olduğuna inanıyorsunuz. Sizin duygularınız değişir mi? Ve ne yönde değişir? Aynısını kadın için düşünelim. Bir erkekle beraber ve onu sevdiğini söylüyor. Duyguları da bu yönde gibi. Aynı senaryoyu, kadın için Brad Pitt olarak düşünelim. Gerçekten sevdiğini söylediği erkekle birlikte olmaya devam eder mi?

Shakespeare'nin dahiyane bir sözü vardır: "Beğendiğimiz bedenlerin içine, hayalimizdeki ruhları koyuyoruz ve buna 'aşk' diyoruz"

Yine görüşmek üzere. Sevgiyle, sağlıcakla... ;)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder